Sadece Anneme (24 Ekim 2019)

Sadece Anneme ve başka hiç kimseye değil.

Hayatımız tek gidiş ve tek çıkış noktası olan bir yolculuk. Geri dönüşü olmayan bir yoldayız. Yani tek biletiniz var. Ve değiştirme şansımız da yok. Yolculuğu konforlu yapmak yada yapamamak bizim elimizde.

Aile, sosyal hayatımız, eğitim ve iş yaşamımızda en çok arzu ettiğimiz şeylerin başında kendi fikirlerimizi, düşüncelerimizi ortaya koyabilmek ve hayata geçirebilmek “Ben bunu gerçekleştirebiliyorum” demek olsa gerek. Belki de tek geçeceğimiz arzumuz. Bunun gerçekleşme oranının ne kadar düşük olduğunun sizin gibi bende farkındayım.

Son dönemlerde farkına vardığım şeylerin başında “başkasının tecrübesi” peşinde koşmaya daha fazla meyilli olduğumuz. Bu o kadarda peşinden gidilecek bir şey değil. Adı üstünde “başkanın tecrübesi”.

Herkesin hikayesinin farkı olduğunu düşünmüyor, kendi hikayemizi, kendi kahramanlarımızı yaratamıyoruz. Bu düşünce ilk ele almamız gereken bir durum.

İkincisi, hata yaparak öğrenmeyi yeğlemiyoruz. Orhan Gencebay’ın çok sevdiğimiz bir şarkısında söylediği gibi “hatasız kul olmaz” diyemiyoruz. Sorumluluk almamıza müsaade edilmiyor. Dahası özellikle iş yaşamımızda bu işimize de gelmiyor değil. Nasıl olsa birisi bu sorumluluğu üstleniyor. Verilecek cevapta hazır. “Ben sorumlu değilim!”

Tek tip elbise, üniforma giydirilmesine müsaade ediyoruz.

Üçüncüsü her yoldan bir çıkış olabileceği, tek yolun olmadığına inanmamız. Hayat ihtimallerle dolu. Başkasının ışığı ile yolculuk bir yere kadar sizi götürecektir. Kendi iç güdüleriniz ve ışığınız ile daha ileriye gidebileceğinizi unutmayın. Bu yolculuktan çekinir başkasının ışığı ve ağzınıza yapıştırılan bantlarla ilerlemeye çaba göstermenizin tek sebebi kendinize olan güvensizliğiniz.

Başarılı kişileri dikkatlice incelediğimde; kendi fikirlerini açıkça söyleyebilen, özgüveni yüksek ama başkalarının da fikirlerine saygı duyup kendi düşünceleri ile harmanlamaya çalıştıklarını görüyorum. Çekinmeden “bunu böyle söylediniz ama benimde şöyle bir fikrim var. Birlikte düşünürsek daha çok başarılı olabilir” diye biliyorlar.

Yazılarımda yöneticilerin başarılarının altında yatan gerçekleri arıyor ve paylaşmaya çalışıyorum. Bu benim doğrum olsa bile başkaları için yanlış da olabilir. Herkesin fikrine de saygı duymaya çalışıyorum. Ferid Ferjed'in dediği gibi; "Bağırıp çağırmaya gerek yok. Anlayana bir fısıltı yeter" diye.

Bir yazı geçti geçen hafta elime. Aşağıdaki hikâyeyi okuduğumda bu yazıyı yazmak istedim. Özgüven ve başarıya giden yolda ailenin etkisini hepimiz kabul ediyoruz. Ama çocuklarımızı kendi düşüncelerimiz doğrultusunda daha başarılı olacağını düşünüp duruyoruz. Hepimize şu sözler tanıdık gelecek “İleride benim çocuğum doktor, mühendis olacak!” Hangimiz anne ve babamıza fikrimizi açıkça söyleyebildik? Hangimiz çocuklarımızı dinledik. Çünkü; bizi yetiştirenlerden böyle gördük ve bizlerde aynısını uyguluyoruz. Çocuklarımızı bir birey olarak görmüyor, düşüncelerine saygı duymuyoruz. Allah korusun bu saf itirazlar bizim istemediğimiz bir şey ise çocuklarımızı saygısız, asi olarak adlandırıyor kendimizden uzaklaştırıyoruz.

Bu suskunluk ya da kabullenme çocuklarımızın hayatları boyunca başkalarının tecrübesini uygulama, başkasının ışığı ile yol almaya sebep oluyor.

Sonrası; hüsran, başarısızlık, hayal kırıklıkları. Yok olan hayatlar.

“Sadece anneme ve başka hiç kimse değil.

Sevgili anne, sana bunu beni çok endişelendiren bir sırrımı anlatmak için yazıyorum. Şimdi bunu okuyunca hemen ağlama, çünkü bu seninde, benimde suçum değil. Şimdi bunu hiç dolandırmadan söylemek zorundayım. Her şeyden önce ben bir sporcu olmak için doğmamışım. Ben bir besteci olmak için doğmuşum ve öyle olacağından da eminim. Senden bir ricam var. Lütfen bana bu tatsız mektubu unutalım da git futbol oyna deme. Lütfen. Bazen bu konuda o kadar endişeni yorum ki, çaldıracak gibi oluyorum. (Çok değilde biraz)

Sevgiler, Sam Barber II, 1919”

Bunu okuyunca insan anne babalığın ne olduğu ile ilgili uzun uzun ufuklara dalıp gidiyor.

Bu mektup “Adagio For Strings” in bestecisi Samuel Barber’e ait. Daha kim olduğunun içinden çıkmadan evvel, 9 yaşındayken yazmış ve annesinin çalışma masasına bırakmış bu mektubu.

Yukarıdaki mektubu okuyuncaya kadar Samuel Barber hakkında ne yazık ki hiçbir bilgim yoktu. Besteci ile ilgili yaptığım araştırmada Uğur Ersöz’ün yazısı dikkatimi çekti. “Öyle parçalar vardır ki bir yere uzanıp dinlemek gerekir. Ne kadar hüzünlü bir ezgiye sahip olsa da insanı sıcak bir duş almışçasına rahatlatabilir, günün yorgunluğunu stresini alıverir. İşte öyle bir parçadır 20. yüzyılın en önemli bestecilerinden olan Amerikalı Samuel Barber’ın (1910-1981) yaylı çalgılar için yazdığı Adagio (müziğin yavaş çalınacağını gösteren bir işaret)”

“Adagio For Strings” u YouTube dan peş peşe gözüm kapalı olarak dinledim. Samuel Barber iyi ki bu mektubu yazma cesaretini göstermiş dedim. Tabi Annesini de mektuba duyarsız kalmadığı için tebrik etmek geliyor içimden.

On binlerce anne ve babayı da bu cesareti gösterebilmeleri ve tebrik edebilme umudu ile.

Tahsin Özyamak 24 Ekim 2019